
İstifa etmek ya da etmemek işte bütün mesele bu.
Cümleyi kendisinden aldım ama eminim Danimarka’nın talihsiz prensi Hamlet bile böyle bir dilemma yaşamamıştır.
Varım buradayım iş güç sahibiyim, çalışıyorum ama aslında hiç de istemiyorum, ayaklarım geri geri gidiyor ama gitmek zorundayım, değerimi de bilemediler ama şimdi istifa etsem iş bulur muyum,
bulursam sever miyim, en iyisi takılayım biraz daha…
Biraz daha…
Dur etliye sütlüye karışmayayım…
Şu toplantıda da bana direkt birşey sormazlarsa hiççç sesimi çıkarmadan otururum…
Aman hiç de ekstra iş, sorumluluk falan alamam, mesai saatleri dışında maillere de bakamam zaten pandemi sağolsun hayatımıza kattı; bugün de evden çalışayım…
İşte bu… gibi…. sessiz istifa denilen şey buna benzer bir durum… Tembellik ve/veya işten kaytarma değil yanlış anlaşılmasın. Konu “görev tanımı ve mesai saati dışında extra bir şey yapmaya, bir katkı sunmaya gönüllü olmamak”.
Aslında gitmedim, istifa etmedim, gayet çalışıyorum ama burada da sayılmam, sayılırım da sayılmam, varım da yokum….
Aziz Nesin’in “alacakaranlık’ı” gibi bir durum… “Varım da yokumtrak…
Bu işin etik veya psikolojik boyutunu analiz etmek veya yorumlamak haddim değil, zaten öyle bir niyetim de yok… Sadece bunu “bir durum” olarak nasıl gördüğümü kısaca ifade etmek istiyorum lakin ben de kararsızım.
Kuşaklar arası farklılıklar, X’ ler Y’ler meselesi zaten çalışma kültürüne farklı bakış açıları getiriyor. Bu konu için bir çok makale, kitap, seminer, eğitim var. Hala tam çözülemedi çünkü hala bu kuşakların hepsinin aynı anda birlikte çalışmaya devam ettiği bir dönemdeyiz. Birbirini anlamak veya yönetmek üzerine ya da hadi daha dürüst söyleyeyim birbirine iş hayatında tahammül etmek üzerine çalışıyor özellikle daha “yaşça” büyük olanlar .
Şimdi de bu sessiz istifa meselesi bence kuşakların iş hayatına farklı bakışı gibi ayrı bir tutum getiriyor. Çünkü baya baya “sessiz istifacı” olarak kendini tanımlayan, tanımlama yapmasa bile böyle gören bir grup var. Çok da az değiller, mesela Amerika’da kendini bu kategoriye koyan beyaz yakaları %21 olarak gösteren bir çalışma yayınlandı. Çalışanların beşte birinin kendini bu kategoride görmesi azımsanacak bir rakam değil.
Konuyla ilgili kararsızlığım bu bakışa hem hak vermem hem de vermemem üzerine… Yani kimsenin benden onay beklediği yok elbette ama… İşin iki alt grubu var;
1) Küskünler. Bunlar sessiz istifayı bir çeşit “oh olsun madem öyle ben de böyle yaparım” olarak görenler. İş yerinde hak ettiği ücreti, terfiyi, yaklaşımı göremedikleri, işverene, yöneticiye biraz kızgın ama işini bırakmaya imkanı, cesareti olmayan ya da aslında işini seven ve mesaj vermek, durumu düzeltmek hevesi ile böyle yapanlar. Bu kısım tarih boyunca “e git kardeşim” olarak değerlendirilenler. Tavırların karşılık bulması ihtimali var mıdır bilemiyorum ama kızgınlık, küskünlükle çalışıyor olmak ya da çalışıyor görünmenin insanın sadece kendi omuzlarına yük olduğu gerçeğine inanıyorum.
2) Çalışmak için yaşayamam, iş-yaşam dengesini bu şekilde koruyabilirim. Madem tam da istediğim işi değil yaşamak için gerekeni yapıyorum, hah işte sadece gerektiği kadarını yaparım’cılar. Uzatmıyorum, belki de haklılar . Yani sanatla uğraşmak veya kendi işini kurmak ya da tam da hayal ettiği işi yapmak gibi lüksler herkese nasip olmuyorsa işinizi sadece olması gerektiği kadar yapıyor olmak, kendinizi adamamak bir seçenek olabilir (mi?). Başarı kavramına atfettiğimiz değerler farklı ise neden olmasın?
Günün sonunda bundan 40-50 değil, 10 yıl önceye göre bile farklı bir iş dünyası var. Muhtemelen bir 10 yıl sonra hatta daha kısa bir süre sonra da bambaşka bir çalışma hayatını konuşacağız. İstifa müessesesi sessiz ve derinden ilerliyorsa bırakalım gittiği yere kadar….
Bu arada derseniz ki “biz çalışma ortamlarımızda bu kategoriye girdiğini düşündüğümüz çalışanlarımıza, astlarımıza, mesai arkadaşlarımıza nasıl davranmalıyız? Bir workshop’tur, konuyu irdeleyen bir seminerdir nerede buluruz?”. Bakınız bu yazıyı okuduğunuz sitenin farklı sayfalarına…
İmza; ben de emin değilim…
Ebru Tamer